12 Ocak 2009 Pazartesi

Karınca yazan: Hakan Karakulak

Karıncanın tek derdi yaşamak

Karıncayım diyip

Karınca kararınca yaşamak

Ezilmemek dediği kelime karşısında

Daha fazlasını istemiyor

Ama hakkından da vazgeçmiyor

Kimseye kendini teslim etmiyor

Hakkını ödünç bile olsa alıyor

Hakların krallığında

Karıncayı gören dert sanıyor

Sandığına inandırıyor kendini

Sandığı Dert ,örtbas ettiği Sorumluluğudur

Dünyayı paylaştığı karıncaya karşı

Karınca ise sorumluğunu bilir sadece

Tanrının ona verdiği en büyük görevidir hayatını yaşaması

biliyorum

hiçbirimiz eşit haklarla gelmedik

Yahut aynı inançlarla ve kanla

Eşit olduğumuz yer doğum ve ölüm sadece

Karıncanın ölümü bizim devliğimizde ise

Bizim yaşamımızda dev karıncaların sorumluğunda

Hakan Karakulak

MAHALLEMİZİN YOĞURTCUSU DANONE

Cuma günü man production sınıfları olarak şiledeki Işık Üniversitesin'den Lüleburgaz'daki Danone fabrikasına gezi düzenledik. Geziye gitmemizdeki ana amaç ise hocamızın geziye katılanlara ekstra 5 puan vermesiydi. Dersimden alacağım not haricinde bu gezinin benim için hiç bir önemi yoktu. Arkadaşlarımızla birlikte 3 saatlik güzel bir yolculukla, memleketimin değişik noktalarından geçerek Lüleburgazdaki Danone fabrikasına yol aldık . Yolculuğumuz sırasında İstanbul'dan sonra pekçoğumuza yabancı olan biçilmek üzere ekilmiş, pekçok tarladan geçtik ve pek çok büyük ve küçük baş hayvan sürüleriyle karşılaştık. Tarlalar biz şehirli insanlar için derin birer boşluktu giderken, hayvanlar ise sevimli yaratıklar. Ama hep arkada kalan soru işaretleriydi biz giderken. Nihayet fabrikaya varmamızla birlikte, 5 puana giden kutsal yolun 1. etabını tamamla sevinciyle otobüsten inmeye kalkıştık. Fakat danone fabrikası çalışanları mevzuat gereği bizi daha fabrikanın dışında kurallar hegemonyasına sokmaya çalıştı ve hepimizi otobüse tekrar bindirdi bu bizde ilkönceleri anlamsızlığından ötürü bir eğlence oluşturdu. Fakat içeri girmemizle birlikte kurallar daha da sertleşti. Her eylem belli bir alan içerisinde belli kurallar altında yapılabiliyordu. Fotoğraf çekmek pek sakıncalı bir eylemdi mesala, ve engel olunması gerekiyordu. İşte ilk başkalaşma bu anlarda ortaya çıkmıştı, insanoğluna hep yasaklar bir tutku gibi gözükmüş olsa gerek,bizde bizi karşısında gören bu tesisi ve sistemi yargılamaya başladık biranda . Neden izin verilmiyordu, bişimi gizleniyordu, yoksa iran gizli uranyum zenginleştirme çalışmalarını burdamı yapıyordu. Altıüstü sütü mayalıyıp yoğurt, yoğurta su katıp ayran yapıyordu bunlar. Hatta çoğumuza göre bizim olanı bizden iyi yapıyorlardı, artık buna batılaşmamı dersiniz, yoksa batının batıllaşması onu bilemiyorum. Velhasıl içeri girdik, tabi ki onların kurallarıyla, bizi insan sağlığı acısından önem taşıyan bu ürünler için dezenfekte ettiler benim gibi kıllı yaratıkları ise baştan aşağı kapattılar. Benim tepkim ise, hiç laik bulmadım seni danone, demekle kaldı. Sonra büyük danonenin küçük tesislerini gezdik. İşte hikaye burada ilginçleşmeye başladı, bu fransızlar 2000 metrekarede 200 kişiyle, ama bekçi Hüseyin' i dahil 200 kişiyle Tüm memleketime baştan aşağı süt ürünleri satabiliyordu. 200 kişiye ne maaş verdiğini siz düşünün. içeride göze batan pek bir makine yoktu, ben hatta bi danone de benmi açsam diye düşünmedim değil hani. Fabrika turu sırasında , frantürk gıda mühendisleri fransız danoneyi öve öve bitirimedi, fakat aynı şekilde Türk tarım yapısını ve Türkiye'de iş yapmanın zorluğundan da ağlamaktan ve yakınmaktan kaçınmadı. Sonra toplantı odasına geçtik, ben bu danonenin hesaplarını yaparken , ulan bizim mahalleyede bitane benmi açsam, malum 2000 metrekare heryere sığar anasını satim,derken. Tesisin 500 milyon avroya mal olduğunu duydum, dedim tanıdık var bize 300' e patlar ama oda yetmez, in dedim biraz daha içimden . Ve anladım ki asıl maliyet, üstünde fransızca yazan, fransız harikası makinelerde, gerçekten bir Türk'ün yapamayacağı makineler çünkü bissürü basit borudan ibaret, dedim bizim Türk zoru sever, buna tabi tenezzül etmez. Ve anladım 500 milyon avronun nereye gittiğini, çünkü bina desen bizim Laz müthait bu binayı kürt kalfasıyla birlikte taş çatlasın 3 milyon Türk Lirasına yapar. Bizim Frantürk fabrikasına harcadığı 500 milyon avrodan sonra, busefer geldi Türk tarımına ve mandırasına harcadığı emeğe. Azizim dedi, çok zor bu Türk çiftçisiyle uğraşmak. Yahu bunlar milyonlarca ,herbiriyle nasıl görüşüp anlaşcan. Sudi arabistanda bizim fabrika tüm sütünün %80 ni aynı kişiden alıyor, biz ise 15.ooo kişiyle muhattap oluyoruz adaletmi bu deyip yakındı. Fakat vicdanım dayanamadı bukadar cok yakınmamın içinde ve haykırdı yakınarak, ve sese gürültüye büründü dilimden frantürkün,hal işitmez ukala kulaklarına. Ozaman alalım köylünün elinden toprağını hayvanını, diyelim ya kölesin artık kendi memleketinde. topraksız varlıksız bir köle sadece. Emeğin varya ben onu isterim çünkü en ucuz şey odur, bir kölenin emeği , muhtaçtır çünkü yaşamaya ve elindekini yok pahasını satmaya . Bu böyle olmaz efendi dedim: Madem mennun değilsin, arkadan kuyu kazacağına, git önce karşındakini anla onu da senin gibi bir insan belle. Konuş onunla, bu insanlar birlik olsun mesela kendilerini kontrol ettsin kendi emeklerini kendi varlıklarıyla hep beraber sana satsın, ama işine gelmez fransız dölü , nezaman geldiki konu para olunca işine gelicek , Türkiye'ye 500 milyon avro yatırmışsın, palavra, 500 milyonu sen yine fransana yatırıyorsun, fransız Türk çiftçisiyle 3 aylık anlaşma yapıyormuş, herşeyi garantiymiş, bizim köylü napsın yani , fransızın lafına güvenip 3 aylık anlaşmaya 20 yıllık yatırım mı yapsın. biliorum istediğin yatırımların ürünleride fransandan gelicek. Kahpesin fransız kahpe. Çek artık dişlerimi vatanımdan yoksa biz sökeceğiz o dişleri bilesin bunu. Ve emperyalist üssünden tekrar İstanbul'uma dönerken busefer farklı gözüktü boş tarlalar ve sevimli hayvanlar, artık biliyordum onlar kahraman Türk köylüsünün dünü bugünü yarınıydı, onlar umuttu, onlar çocuklarının eğitimiydi, onlar Türkiye'nin geleceğiydi ve onlar Türkiye'mdi.