19 Mayıs 2010 Çarşamba

siir

Eskiden hersey daha guzeldi
Hayallerim vardi
Hayallerime sigardim ben cocukken
Bir gun asker olurdum canakkale de
Bir gun sivildim millet meclisinde
Dedim ya hayallerim vardi benim
Ama hepsi benim
Kavga ederdim baskasi giyse
Hayallerim vardi hint kumasi
Her gun birini giyerdim ben cocukken
Canimin istedigini giyerdim
Eskittigim kiyafetlerim de vardi
Yirtar atar, yenisini giyerdim
Pismanliklarim olmazdi ben cocukken
Her renk malzemem vardi cocuk aklimda
yerli yerinde Eskisinin yerine
Simdi buyudum
Cocuk reyonu uc kat asagida,
Tum hayallerimle birlikte
Simdi hepsini kucumsuyor buyumem
Sigmiyor iclerine hayat
simdilerde siyah ve beyaz renkler hakim
Baska renkleri secmiyor hayat
Tek tip elbise var artik
Ama cogalan seylerimde var artik
Vazife dolu gardolabim
Bolca hem de
Hayallerim vardi hani ben cocukken
Renk renk, her biri farkli kumastan
Onlar sandikta yerini aldi coktan
Vazifelerim yerli yerinde
Eskittigim tum hayallerimin yerine

Yazan: Hakan Karakulak

26 Temmuz 2009 Pazar

Kutuplar Eridi, Merkez de Kalanlar Bizimdir

Malumunuz yaz aylarında küresel ısınmanın etkilerini daha açık şekilde anlayarak yaşıyoruz. Siyasette ise küresel kaypaklaşmayla benzerlik gösteren bu süreç genelde söylem ve uygulama arasında ki farkta yaşanmaktadır. Bu dönemde nasıl küresel ısınmada kutupları eritmekte ise siyasi süreçte de benzer şekilde ülkemizde ki kutupları mükemmel şekilde eritmektedir.
Partiler her ne kadar biz siz ve sen şeklinde konuşsada olaylara yaklaşımları, tepkileri ve uygulamaları aynı şekilde tahakkuk etmektedir. Bazen iktidar muhalefete benzeşmekte, bazen ise muhalefet iktidara benzeşmekte. Bu ülkemize has olmamakla birlikte idare edilen tüm devletlere has bir psikolojidir. O zaman bu psikolojinin altında yatan sebebler nelerdir. 1. si ve en önemlisi olarak küresel sermaye. Tüm karşıt ideolojilerin, tek ortak müttefikidir küresel sermayedir. Seçimlerden önce kendi ormanlarının aslanları olan siyasi liderler. dağdan şehre indikleri vakit, zavallı bir sokak kedisi olup çıkmaktadır. İşte Siyasetçinin evrimi, bu evrim nobel getircek bir gözlem de değildir. Çünkü halkın gözünde siyasetçinin bu sahtekarlığı tarih boyunca dile getirlimiştir. Peki bu sahtekarlık nasıl tahakkuk etmektedir. Örnek vermek gerekirse, faşizan çıkışlarla düşmanlıkları besleyen ve birbirinden oy kapma yarışına giren siyasetçiler, devlet bütçelerini tutturmak için ve kendi eksiklerini kapatmak için gerekli maddi desteği küresel sermayelerden sağlamaktadır. Kim gelse kim gitse aynı şekilde yola devam ediyor. Yapı itibariyle ben bu tarz siyasete rüzgar gülü diyorum. Rüzgar nereden eserse yüzünü o tarafa dönen siyasetçilerden siz ne beklersiniz ki. Ben şahsen bişi beklememekteyim. Demokratik bir beklentinin olmadığı yerde de kimse demokrasiden bahsetmesini. Bizim gibi ülkelerde demokrasi yoktur. Çünkü demokrasi her ne kadar, seçme seçilme özgürlüğü istesede, demokrasinin asıl faktörü farklı düşüncelerin temsilidir. Merkez de yer almak faydalıdır. Fakat kutupsuz bir merkezciliği ben red etmekteyim. Olaylara farklı ideolojilerin bakış açılarından yaklaşarak çözüm getirerek merkezde buluşmalıyız. Dışardan esen Rüzgarların merkeze itmesiyle değil. Türkiye de öyle bir siyasal yapı varki kutuplar hep değişkenlik göstermektedir. Bu da bize Türkiye de ki siyasetin köksüzlüğünü göstermektedir. Bu köksüzlük nedeniyle Türkiye de ne sivil insiyatifini eline almış bir toplum olur, ne de sağlıklı bir demokrasi. Herkes bu sistemde yararlanır, fakat kimse bu sistemi sevmez. Malesef örgütlenmemiş halkta sivil insyatifini kendinden yana değil sermayeden yana kullanmaya devam eder.
Ülkemizde siyasetin rayına oturması için, halktan bir parti yanılgısından bir an önce vazgeçmeliyiz. Önemli olan Halk için varolan partilerdir. Halktan olan parti sivil demokrasiyi kullanır ve popülist politikaları milletin ve devletin kaynaklarını tüketir geleceğini hazırlamak yerine, geleceğini yok eder. Halk için olan partiler ise sivil demokrasiyi sermayeden bağımsızlaştırır. Bugünün gerekli olan zorluklarına göğüs gerer ve uzun vadede milli kalkınmayı ve zenginliğine halkına ve devletine sunar. Büyük sermayelere ve belli kesimlere değil. Bu yüzden dir ki öncelikle halkımız sivil insiyatifini eline alıp, her türlü anti demokratik reflekslere kapalı olup, insiyatifini Halk için olan partilerden oluşumlardan yana kullanmalıdır.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Memleket Ve Dünya Politakaları Ve Stratejileri Üzerine Genel Değerlendirmeler 1

ULUSLARARASI ÖNGÖRÜLER
İçinde bulunduğumuz şu günleri, yeni doğacak bir çocuğun doğum günleri olarak değerlendirebiliriz. Politikada gebelik zor iştir, emek ister. Nitekim doğan çocuğun ebeveynleri, 10 yıllardır yeni doğacak çocukları için bir ilişki içinde idi. Doğan çocuğun ismini gelin yeni dünya düzeni yahut yeni denge politikaları olarak belirleyelim. Yeni oluşan dünya düzeninin sancılarını ise ana kalemleriyle, ekonomik kriz, silahlı çatışmalar, fikir ve inanç ayrılık-çatışmaları olarak sıralamak lazım. Bunlar, dünya toplumlarını etikilemek ve toplumun kandırılıp senaryodan habersiz şekilde, oyunun oynanmasını sağlayan, politikalardır. Araç-Amaç ilişkisi itibariyle ise bu uygulama terördür. Merkez kuvvetler tarafından yaratılan korku ve nefret ise düşman ve müttefiklerin istenildiği gibi belirlenmesine araç olur. Müttefik , düşman ilişkisi devletler arası yaratıldığı gibi, devlet ve toplum arasında, ve toplum içinde farklı taraflar ile beslenir. Bunda ki amaç, temelde devlet-toplum ilişkisini zedeleyip idarenin zayıflatılması. Ve idarenin merkez kuvvetler tarafından idaresini kolaylaştırmaktır. Bunlar uluslararası ilişkileri belirleyen düşünce ve uygulamaların bizzat temelidir. Oluşturulacak yapı bu faktörlerin eseridir. Bunlar uluslararası mücadelenin gereğidir. Ve bunların hiç biri gerçeklikle eşleştirip, başına malesef ki getirilcek şeyler değildir. Bu tarz yakınmalar ancak, oyunu oynama becerisinden yoksun olan ahmakların yakınmalarıdır. Eğer sen politika arenasında, oyuna oyunla karşılık veremeyip, merkez kuvvetlere karşı koyamıyorsan. politika arenasında bulunman abesle-iştigaldir. Velhasıl, günümüzde yeni düşmanlar ve müttefikler belirlenip yeni kutuplar oluşturuluyor. Fakat bu kutupsal düşmanların düşmanlıkları özünde birbirlerine karşı değildir. Düşman gözüken kutuplar aslında bir bütün parçası olup, emperyalizmin uygulanmasını amaçlarlar, ve emperyalist politikaların mağdurları daima, oyuna alet olmuş taraflar ve devletçiklerdir. Tek kutuplu bir dünya hiç bir zaman olağan değildir. Çünkü korkak devletler ve toplumlar için daima öcü kutuptan koruyan bir abi kutup ortamına ihtiyaç vardır. A devletinden kaçınan B ülkesi C ülkesinin kucağına hiç düşünmeden, korku ve panik içinde atlayacaktır. Tüm bu hususların farkındalığıyla. Günümüz hakkında analiz yapmak gerekir.
Şuan da dünyada ki en etkin ve güçlü devlet hiç kuşkusuz. Amerika dır. Bu statü 1. dünya savaşı ile yükselişe geçmiş , 2. dünya savaşı ile ilan edilmiş. Sovyetler birliğinin medya bazında dağılmasıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Bundan sonrası ancak ve ancak, gücünü koruyup , statüsünü idame etme uğraşıdır. Amerika birleşik devletleri bu uğraşı içinde, uyguladığı politikalara bakalım. Amerika, yenilgiye uğrattığı her devlete, yenilgiden sora büyük sermaye girişinde bulunmuştur. Örnek vermek gerekirse 2. dünya savaşından sora mağlup ettiği Almanya ve Japonya'yı yeniden yaratmıştır. Ve günümüzün Japon ve Alman mucizelerinin baş mimarı, onları yıkıp yenilgiye uğratan Amerikadır. Sizce bu bir ahmaklık değilmidir? . Ve düşünün ki nerdeyse bir yüz yıl mücadele ettiği sovyetler birliğinin dağılmasının hemen sonrasında, Amerikan sermayesi Rusya'yı sözde kalkındırmak için girmiştir. Halbuki bizim anlayışımıza göre Rusya'nın toprak ve insan bakımından Amerika'nın boyundurluğuna girmesi gerekirdi. Fakat bu tamamen irrasyoneldir. Asıl olan gerçeklik, O ülkenin stratejik ekonomik faktörlerini ele geçirip yağmalayabilmektir. Bu süreç Türkiye'de Özal zamanıyla libarelleşme ile başlamıştır. Rusya da ise Yeltsin'le başlayıp Putin'le son bulmuştur. Putin, stratejik ekonomik faliyetleri tekrardan Rusya'nın kontrolüne sokmuştur. Bu hernekadar bizim ülkemizde idarenin Uzan'a yaptığı müdahaleye benzetilerek kamufle edilsede, özünde Rusya'nın yeninden kuvvetlenmesi yatıyordu. Ve bazı kişiler, Avrupanın ve özellikle Çin'in Amerika'yı yakalayıp onu geçiceğine inanmaktadır. Fakat baktığımız zaman Çin'i en çok besleyen Amerikan sermayesi ve teknolojisidir. O zaman Amerika düpe düz ahmaktır dememiz lazım . Ama değiller. Gelecekte dünya daki uluslar arası aktörleri, Amerika , Rusya ve Çin olarak görmekteyim. Avrupa yı ise bu mücadele için yetersiz buluyorum. Bu 3 ülke dünya üzerinde kendilerine çatışma alanı yaratmak isteğindedir. Ama aslında bunlar birbiriyle çatışmaya giricek değilidir. En önemli çatışma alanları ise ortadoğu olacaktır. Rusya kafkaslardan ve ortaasya üzerinde etkinlik kurup basra körfenize inicek , Amerika ise Kızıldeniz etrafına konuşlancaktır. Bu ülkeler kendilerine bu bölgede ve diğer kıtlarda müttefikler bulucaktır. Bunlarla Avrupa birliği, Nato ve İslam birliği gibi yapılanmalara gidicektir. Örnek olarak vermek gerekirse Rusya, ortaasyada ve kafkasyada ki ülkelerle şu sıralar Nato benzeri bir yapılanma içine girmektedir. Ayrıca Rusya elinde bulundurduğu 960 milyar dolar sayesinde, marshall programı benzeri, uygulamaya gitmektedir. Bundaki asıl maksat ise yardım edeceği ülkeleri siyasal ve ekonomik olarak boyundurluğu altına almaktır. Şimdi bu 2 gelişme üzerinde bir önerme de bulunursak. Rusya ilk maddi yardımını Ermenistan'a 150 milyon dolar olarak gerçekleştirdi. Ve kuracağı askeri birlikte yine Ermenistan'a müttefiki olarak yer verdi. Fakat emin olmalıyız ki Rusya bu parayı kat ve kat Ermenistan' dan temin edicektir. Örneğin kurulacak birlik için Ermenistan'ın silahlanması gerekecek. Ve silahları düşman birlikten alıcak değil. Tabi ki Rusya dan temin edicek. Ayrıca Rusya bu ülkenin askerlerini,entellektüellerini ve sisyasetcilerini kendi istekleri doğrutusunda yetiştirip yönetme kabileyetini de devam ettirmiş olucak. Bu aynı şekilde yıllarca Nato da yer almış Amerika'nın sadık müttefik i olan Türkiye ' de açık şekilde görülmüştür. Hatta iki Nato ülkesi olan Türkiye ve Yunanistan yıllarca birbirlerine karşı silahlanmıştır. Bu bakımdan, silahlanma ve savaş herzaman emperyalizmin provokasyonudur. Öte yandan, Obama' nın gelişiyle hayallere kapılan kişiler İsrail-Filistin savaşı ve dünyanın bunun karşısında kutuplara ayrılmasının üstüne, Obama Amerika'sının tutumuyla bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. Aksini beklemek zaten ahmaklıktı. Obama'yı seçen kamoyu beklentilerine rağmen, Obama pentegonun öngörüleri doğrultusunda hareket etme mecburiyetinde idi. Bu yüzden ortadoğuda Obamacıları yok edicek bir gelişme beklenmekteydi. Bugün Batı dünyasını karşısına alıcak asıl, güç İslam ülkelerini tarafına çekicek Rusya kutubudur. Amerika bunu dengelemek için müttefiki olan Türkiye' ye ılımlı islamı adında bir görüşü uygun gördü. Türkiye bunun için çok uygundu, çoğunluk olarak müslüman bir topluma sahip olan Türkiye, aynı zamanda batıya entegre olmuştu. Türkiye'nin batıya entegresi ise 12 Eylül 1980 darbesi ile gerçekleşmiştir. Bu darbeyi yapanlar Türkiye'deki tüm milli yapılanmaları yıkmıştır. Yerine kurulan yapıların mimarı ise tamamen Amerika ve batı dünyasıdır. Darbe sayesinde ,Türkiye tam bir otokontrole girip, neyi nezaman niçin yaşadığını bilmeden batıya teslim olmaya başlamıştır. Bunlar sırasıyla Libarelleşme, Küreselleşme vs. .. bunların hiç biri Türkiye'de milli bilinçle gerçekleştirilmemiştir. Türkiye'yi güdümüne alan Amerika . Türkiye'ye verdiği yeni görev olan ılımlı islam neydi peki. Ilımlı islamın Türkiye'ye niçin geldiğini anlamak için önce Erbakanın niçin gittiğini ve 28 şubat post-modern darbesinin niçin yapıldığını irdelememiz lazım. Erbakan ve ekibi islam kılıfına uygun insanlardı, fakat bu insanlar Amerikan karşıtıydı. Bu insnalar Amerika'yı mağlup edebilmek için gelmişlerdi. Bu yüzden Amerika Refahyol hükümetine 28 şubat süreciyle müdahale edip yerine ılımlı islamı getirmiştir. Buna kanıt olarak, dönemin Amerika Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nicholas Burns, Erbakan’ın başa gelmesinden kısa bir süre sonra gazetecilere yaptığı açıklamad laikliğin Türkiye ve ABD’nin iyi ilişkilerinde bir koşul olmadığını söyledi. Bu doğrultuda İslamcı ideoloji Türkiye' de benlik kazandı . Peki ılımlı islam ne idi. Ilımlı islam diyince rakısını da içer , ibadetinide yapar anlamı çıkarmamalıyız. Ilımlı islam demek islam ülkesi olup , kapitalizmle , Amerikan emperyalizmi ile uzlaşı için de olmaktır. Peki biz bu dış müdahalelerden nasıl korunmalıyız. Belirttiğimiz gibi silahlı mücadele sadece ve sadece emperyalistlerin işine gelicektir.Bunları düzeltmek için darbede yol değildir, sonuçta darbeyi kim niçin yapmış bilemezsin. Türkiye' de ki asıl sıkıntı zayıf devlet - zayıf toplumdan kaynaklanmaktadır. Acıkcası devletin toplumun kontrölüne, toplumun ise devletin kontrolüne ihtiyacı vardır. Bunun için toplumun sivil dernekler vaıstasıyla devletiyle sıkı bir işbirliği içine girmesi. Devletinin de kurumlarını onarıp işler hale getirip toplumun ve devletin ihtiyacı olan yasal formasyonu hazırlayıp ugulaması lazımdır. Bu şekilde devlette toplumda tüm makamlarıyla bilinçli bir şekilde karar verip politika yapabilecektir. Ve oynanan oyunun üstesinden gelip, oyun oynamayada başlayabilecektir. Tüm bu önermelere ilave olarak, dünya da değişen tüm bu dengeler bizi ilgilendiren başka bir konuda yenilikler getiricektir bence. Kürt sorununun artık kapanmasını bekliyorum. Çünkü, özellikle Irak'ta şii taraftan kürtlere yönelik düşmanlıklar bekliyorum. Bu durumda barzani yine Türkiye'ye sığınmakmak zorunda kalıcaktır. Bu önermeyi desteklemek için 3 şey öneriyorum, bir barzaninin bu ara sesinin çıkmaması , Türkiye den gazete satın alıp bu duruma karşı hazırlık yapması ve 3. olarak bekleyin görün diyorum. Kürt sorunu sanırım kapanmak üzere ,artık bize kalan doğudaki ve güneydoğuda ki kardeşlerimize destek olup, büyük Türkiye için kol kola adım adım ilerlemektir.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Karınca yazan: Hakan Karakulak

Karıncanın tek derdi yaşamak

Karıncayım diyip

Karınca kararınca yaşamak

Ezilmemek dediği kelime karşısında

Daha fazlasını istemiyor

Ama hakkından da vazgeçmiyor

Kimseye kendini teslim etmiyor

Hakkını ödünç bile olsa alıyor

Hakların krallığında

Karıncayı gören dert sanıyor

Sandığına inandırıyor kendini

Sandığı Dert ,örtbas ettiği Sorumluluğudur

Dünyayı paylaştığı karıncaya karşı

Karınca ise sorumluğunu bilir sadece

Tanrının ona verdiği en büyük görevidir hayatını yaşaması

biliyorum

hiçbirimiz eşit haklarla gelmedik

Yahut aynı inançlarla ve kanla

Eşit olduğumuz yer doğum ve ölüm sadece

Karıncanın ölümü bizim devliğimizde ise

Bizim yaşamımızda dev karıncaların sorumluğunda

Hakan Karakulak

MAHALLEMİZİN YOĞURTCUSU DANONE

Cuma günü man production sınıfları olarak şiledeki Işık Üniversitesin'den Lüleburgaz'daki Danone fabrikasına gezi düzenledik. Geziye gitmemizdeki ana amaç ise hocamızın geziye katılanlara ekstra 5 puan vermesiydi. Dersimden alacağım not haricinde bu gezinin benim için hiç bir önemi yoktu. Arkadaşlarımızla birlikte 3 saatlik güzel bir yolculukla, memleketimin değişik noktalarından geçerek Lüleburgazdaki Danone fabrikasına yol aldık . Yolculuğumuz sırasında İstanbul'dan sonra pekçoğumuza yabancı olan biçilmek üzere ekilmiş, pekçok tarladan geçtik ve pek çok büyük ve küçük baş hayvan sürüleriyle karşılaştık. Tarlalar biz şehirli insanlar için derin birer boşluktu giderken, hayvanlar ise sevimli yaratıklar. Ama hep arkada kalan soru işaretleriydi biz giderken. Nihayet fabrikaya varmamızla birlikte, 5 puana giden kutsal yolun 1. etabını tamamla sevinciyle otobüsten inmeye kalkıştık. Fakat danone fabrikası çalışanları mevzuat gereği bizi daha fabrikanın dışında kurallar hegemonyasına sokmaya çalıştı ve hepimizi otobüse tekrar bindirdi bu bizde ilkönceleri anlamsızlığından ötürü bir eğlence oluşturdu. Fakat içeri girmemizle birlikte kurallar daha da sertleşti. Her eylem belli bir alan içerisinde belli kurallar altında yapılabiliyordu. Fotoğraf çekmek pek sakıncalı bir eylemdi mesala, ve engel olunması gerekiyordu. İşte ilk başkalaşma bu anlarda ortaya çıkmıştı, insanoğluna hep yasaklar bir tutku gibi gözükmüş olsa gerek,bizde bizi karşısında gören bu tesisi ve sistemi yargılamaya başladık biranda . Neden izin verilmiyordu, bişimi gizleniyordu, yoksa iran gizli uranyum zenginleştirme çalışmalarını burdamı yapıyordu. Altıüstü sütü mayalıyıp yoğurt, yoğurta su katıp ayran yapıyordu bunlar. Hatta çoğumuza göre bizim olanı bizden iyi yapıyorlardı, artık buna batılaşmamı dersiniz, yoksa batının batıllaşması onu bilemiyorum. Velhasıl içeri girdik, tabi ki onların kurallarıyla, bizi insan sağlığı acısından önem taşıyan bu ürünler için dezenfekte ettiler benim gibi kıllı yaratıkları ise baştan aşağı kapattılar. Benim tepkim ise, hiç laik bulmadım seni danone, demekle kaldı. Sonra büyük danonenin küçük tesislerini gezdik. İşte hikaye burada ilginçleşmeye başladı, bu fransızlar 2000 metrekarede 200 kişiyle, ama bekçi Hüseyin' i dahil 200 kişiyle Tüm memleketime baştan aşağı süt ürünleri satabiliyordu. 200 kişiye ne maaş verdiğini siz düşünün. içeride göze batan pek bir makine yoktu, ben hatta bi danone de benmi açsam diye düşünmedim değil hani. Fabrika turu sırasında , frantürk gıda mühendisleri fransız danoneyi öve öve bitirimedi, fakat aynı şekilde Türk tarım yapısını ve Türkiye'de iş yapmanın zorluğundan da ağlamaktan ve yakınmaktan kaçınmadı. Sonra toplantı odasına geçtik, ben bu danonenin hesaplarını yaparken , ulan bizim mahalleyede bitane benmi açsam, malum 2000 metrekare heryere sığar anasını satim,derken. Tesisin 500 milyon avroya mal olduğunu duydum, dedim tanıdık var bize 300' e patlar ama oda yetmez, in dedim biraz daha içimden . Ve anladım ki asıl maliyet, üstünde fransızca yazan, fransız harikası makinelerde, gerçekten bir Türk'ün yapamayacağı makineler çünkü bissürü basit borudan ibaret, dedim bizim Türk zoru sever, buna tabi tenezzül etmez. Ve anladım 500 milyon avronun nereye gittiğini, çünkü bina desen bizim Laz müthait bu binayı kürt kalfasıyla birlikte taş çatlasın 3 milyon Türk Lirasına yapar. Bizim Frantürk fabrikasına harcadığı 500 milyon avrodan sonra, busefer geldi Türk tarımına ve mandırasına harcadığı emeğe. Azizim dedi, çok zor bu Türk çiftçisiyle uğraşmak. Yahu bunlar milyonlarca ,herbiriyle nasıl görüşüp anlaşcan. Sudi arabistanda bizim fabrika tüm sütünün %80 ni aynı kişiden alıyor, biz ise 15.ooo kişiyle muhattap oluyoruz adaletmi bu deyip yakındı. Fakat vicdanım dayanamadı bukadar cok yakınmamın içinde ve haykırdı yakınarak, ve sese gürültüye büründü dilimden frantürkün,hal işitmez ukala kulaklarına. Ozaman alalım köylünün elinden toprağını hayvanını, diyelim ya kölesin artık kendi memleketinde. topraksız varlıksız bir köle sadece. Emeğin varya ben onu isterim çünkü en ucuz şey odur, bir kölenin emeği , muhtaçtır çünkü yaşamaya ve elindekini yok pahasını satmaya . Bu böyle olmaz efendi dedim: Madem mennun değilsin, arkadan kuyu kazacağına, git önce karşındakini anla onu da senin gibi bir insan belle. Konuş onunla, bu insanlar birlik olsun mesela kendilerini kontrol ettsin kendi emeklerini kendi varlıklarıyla hep beraber sana satsın, ama işine gelmez fransız dölü , nezaman geldiki konu para olunca işine gelicek , Türkiye'ye 500 milyon avro yatırmışsın, palavra, 500 milyonu sen yine fransana yatırıyorsun, fransız Türk çiftçisiyle 3 aylık anlaşma yapıyormuş, herşeyi garantiymiş, bizim köylü napsın yani , fransızın lafına güvenip 3 aylık anlaşmaya 20 yıllık yatırım mı yapsın. biliorum istediğin yatırımların ürünleride fransandan gelicek. Kahpesin fransız kahpe. Çek artık dişlerimi vatanımdan yoksa biz sökeceğiz o dişleri bilesin bunu. Ve emperyalist üssünden tekrar İstanbul'uma dönerken busefer farklı gözüktü boş tarlalar ve sevimli hayvanlar, artık biliyordum onlar kahraman Türk köylüsünün dünü bugünü yarınıydı, onlar umuttu, onlar çocuklarının eğitimiydi, onlar Türkiye'nin geleceğiydi ve onlar Türkiye'mdi.